Felsefe Ilk Defa Ne Zaman Sistematik Hale Getirilmiştir ?

Sevgi

New member
Felsefenin Sistematik Hale Gelmesi

Felsefe, insanlık tarihinin en eski düşünsel faaliyetlerinden birisidir ve ilk defa ne zaman sistematik hale getirildiği, felsefi düşüncenin gelişim süreçlerinden biri olarak önemli bir sorudur. Felsefenin sistematikleşmesi, insanların doğayı, varoluşu ve insanın yerini anlamaya yönelik sorulara, daha mantıklı ve düzenli bir şekilde yaklaşmaya başlamasıyla mümkün olmuştur. Bu yazıda, felsefenin sistematik hale gelişinin tarihsel sürecini incelecek, bu evrimin hangi dönemde başladığını ve ne zaman tam anlamıyla şekillendiğini sorgulayacağız.

Felsefenin İlk Aşamaları

Felsefenin tarihsel kökeni, Antik Yunan'a dayanır. Ancak Yunan felsefesinden önce de, farklı kültürlerde dini ve mitolojik düşünceler üzerinden evren ve insan üzerine düşünceler gelişmişti. Mısır, Mezopotamya ve Hindistan gibi eski uygarlıklarda dini bir bakış açısıyla yapılan birçok düşünsel tartışma, felsefi bir düşünmenin ilk izleri olarak değerlendirilebilir. Ancak bu erken düşünce sistemleri, genellikle belirli bir düzeni takip etmektense, daha çok efsanelere dayalıydı.

Yunan düşüncesinin önemli bir özelliği ise, doğa olaylarını açıklamak için mitolojik açıklamalara dayanmaktan çok, doğrudan gözleme ve akıl yürütmeye dayanmasıdır. Ancak felsefe henüz bu dönemde tam anlamıyla sistematik bir hale gelmemiştir. Bununla birlikte, felsefi düşüncenin ilk sistematik yaklaşımları, Yunan düşünürleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.

Felsefenin Sistematikleşmesinin Başlangıcı: İlk Filozoflar

Felsefenin sistematik hale gelmesinin ilk adımları, MÖ 6. yüzyılda Yunanistan'da atılmaya başlanmıştır. Bu dönemin en önemli figürleri, Thales, Anaximander ve Herakleitos gibi erken dönem filozoflarıdır. Bu filozoflar, evrenin doğasını anlamaya çalışırken, mitolojik açıklamalardan ziyade, akıl ve gözlem temelli açıklamalar geliştirmeye başlamışlardır.

Thales, MÖ 624-546 yılları arasında yaşamış olan ilk Yunan filozoflarından biridir ve onun felsefi yaklaşımı, doğanın bir bütün olarak anlaşılmasını hedeflemiştir. Thales'e göre, her şeyin temelinde bir madde bulunmalıydı, ve o da suyun olduğunu savunmuştur. Thales'in yaklaşımı, doğayı anlamak için sistematik bir temel oluşturmanın ilk adımlarından biri olmuştur. Ancak Thales’in düşüncesi, henüz felsefi sistematikten uzak, daha çok bir hipotez önerisi olarak değerlendirilebilir.

Anaximander ise Thales'in öğretilerini bir adım ileriye taşımış ve evrenin temeli olarak "apeiron" yani belirsiz, sınırsız bir maddeyi savunmuştur. Anaximander'ın bu yaklaşımı, bir sistematik düşünce biçiminin doğuşu olarak değerlendirilebilir, çünkü onun görüşleri, gözlem, deney ve akıl yürütme yoluyla bir teorik çerçeve oluşturmaya yönelikti.

Herakleitos da, varlıkların sürekli bir değişim içinde olduğunu ve bu değişimi açıklamak için logos (akıl, düzen) kavramını geliştirmiştir. Bu düşünce, daha sonraki filozofların felsefi sistemlerinde yer edinecek olan bir ilkedir. Herakleitos'un görüşleri, evrenin temel yasalarını araştıran sistematik bir düşünce tarzını benimsemiş ve doğanın değişkenliğini açıklamak için bir anlayış geliştirmiştir.

Sistematik Felsefenin Doğuşu: Sokratik Dönem

Felsefenin tam anlamıyla sistematik bir hale gelmesi, MÖ 5. yüzyılda Sokrat’ın öğretileriyle birlikte olmuştur. Sokrat, felsefeyi yalnızca teorik bir alan olarak değil, aynı zamanda etik ve ahlaki sorularla da ilişkilendiren bir düşünürdür. Onun felsefesi, insanın bilgiye ve erdeme ulaşma yolundaki sistematik çabalarını içeriyordu. Sokrat, bir sistematik düşünme yöntemi olarak "Sokratik yöntem"i geliştirmiştir. Bu yöntem, soru-cevap yoluyla, daha önce kabul edilen inançların sorgulanması ve insanların doğru bilgiye ulaşmalarını sağlamak için bir mantıksal süreç işletecek şekilde tasarlanmıştır.

Sokrat’ın öğretilerinin, felsefenin yalnızca akademik bir disiplin değil, aynı zamanda toplumsal bir araç olma yolunda attığı önemli bir adım olduğunu söylemek mümkündür. Sokrat’ın sistematik yaklaşımı, daha sonra öğrencisi Platon ve onun öğrencisi Aristoteles tarafından da genişletilmiş ve derinleştirilmiştir.

Platon ve Aristoteles: Felsefenin Sistematik Yapısının Kurulması

Felsefenin sistematikleşmesinde bir diğer önemli aşama ise Platon ve Aristoteles’in felsefeleriyle gerçekleşmiştir. Platon, Sokrat’ın fikirlerini geliştirerek, felsefeyi yalnızca ahlaki ve etik bir alanda değil, aynı zamanda epistemolojik ve metafizik bir düzeyde de ele almıştır. Platon’un "idea" kavramı, gerçekliğin soyut ve değişmeyen bir düzeyde var olduğunu savunur. O, felsefeyi, belirli bir sistematik mantık çerçevesi içinde açıklamış ve Platon’un felsefi sistemi, çok geniş bir kapsamda, metafizikten etik, siyasetten bilgi teorisine kadar birçok alanı kapsayan bir sistematik düşünce halini almıştır.

Aristoteles ise, felsefeyi bir bilimler dizisi olarak ele almış ve felsefi düşüncenin sistematikleşmesinde devrim niteliğinde bir katkı sağlamıştır. Aristoteles'in felsefesi, mantık, metafizik, etik, politika, doğa bilimleri ve daha pek çok alanda kapsamlı bir sistem oluşturmuştur. Aristoteles'in sistematik yaklaşımı, özellikle mantık ve tümevarım yöntemleriyle belirginleşmiştir. Aristoteles, düşünsel akıl yürütmenin temel ilkelerini ve mantık sistemlerini kurarak, felsefi düşünceyi çok daha organize bir hale getirmiştir. Onun sistematik felsefi yapısı, Batı düşüncesinin temel taşlarından biri haline gelmiştir.

Sonuç ve Değerlendirme

Felsefe, tarihsel olarak ilk kez MÖ 6. yüzyılda Yunan düşünürlerinin katkılarıyla bir sistematik düşünce biçimi halini almaya başlamıştır. Thales’in ilk düşünsel çıkışından sonra, Anaximander ve Herakleitos gibi filozoflar, doğayı açıklamak için daha düzenli ve mantıklı teoriler geliştirmiştir. Felsefenin sistematikleşmesindeki en önemli adım ise Sokrat’ın öğretileriyle atılmış ve bu süreç, Platon ve Aristoteles’in derinleştirdiği felsefi sistemlerle tamamlanmıştır. Aristoteles, felsefeyi bir bilimler bütünü olarak sistematik hale getirmiştir. Bu evrimsel süreç, felsefenin hem teorik hem de pratik alanlarda güçlü bir yapıya kavuşmasına olanak sağlamıştır.

Felsefenin sistematikleşmesi, yalnızca insanın varoluşunu ve doğasını anlamaya yönelik değil, aynı zamanda insan düşüncesinin en derin katmanlarına ulaşmaya yönelik bir çabadır. Bu süreç, günümüzde de felsefi düşüncenin temel taşlarını oluşturmakta ve insanın evrendeki yerini anlamaya yönelik arayışını sürdürmektedir.